100 milyar doları aşan değeriyle Nike, dünyanın en büyük ve de en popüler spor giyim markası. İlerleyen satırlarda hakkında ilginç bilgiler okuyacağınız Nike logosunu görünce tanımayan yok sayılır. Tüm büyük şirketler gibi Nike’ın doğuşunun arkasında da parlak bir fikir var. Efsanevi markanın kurulduğu yıl 1971 olsa da bunun daha da öncesine dayanan bir Blue Ribbon Sports hikayesi var. Sıra dışı başarı serüveninin çok az kişi tarafından bilinen detayları yazının devamında sizi bekliyor.
1962 yılında Stanford Üniversitesi’nde yüksek lisansını tamamlayan Phil Knight, iş dünyasına harika bir planla adım attı. İleride ona dünyanın en zengin 24. insanı (Forbes listesinde) sıfatını kazandıracak olan bu plan, Nike imparatorluğunun temellerini oluşturdu.
Başarılı bir öğrenci olmanın yanında spora düşkün olan Phil, iyi bir koşucuydu. Algı ve analiz yeteneği oldukça fazlaydı. O dönemde Alman kameralarının Japon markalı kameralar tarafından nasıl alt edildiğini izlemişti. Aynı şeyin spor ayakkkabılar için de mümkün olup olmadığını merak ediyordu. 60’lı yıllarda Alman markaları Adidas ve Puma spor ayakkabılar Amerika’da çok popülerdi. Phil, Japonların ürettiği ayakkabıları ülkesinin pazarına sokup bu durumu değiştirmenin peşindeydi. Daha önce hiç Japon markalı ayakkabılardan giymemişti. Gördükleri, Amerikalı askerlerin 2. Dünya Savaşı dönüşünde getirdikleriydi. Japon ayakkabılarıyla ilgili fikri olan birileri yoktu. Hiç kimsenin aklına bu ayakkabıları getirip Amerika’da satmak gelmemişti. Phil bunu harika bir fırsat olarak görerek Japonlarla temas kurup ürettikleri ayakkabıları kendi ülkesinde satmaya karar verdi. Ne satış, ne de pazarlık hakkında hiçbir deneyimi olmamasına rağmen bunu başardı.
1962’de bir turist olarak gittiği Japonya’nın Kobe şehrinde gördüğü spor mağazasına hayran kaldı. Mağaza, ünlü Japon markası Onitsuka Tiger’a aitti. Ayakkabılar o kadar kaliteliydi ki Phil onları ithal etmeye karar verdi. Kendini Amerikalı bir ayakkabı distribütörü olarak tanıtıp firmanın sahibi Kihachiro Onitsuka ile görüştü. Firması için o esnada uydurduğu Blue Ribbon Sports ismiyle Onitsuka’ya yaptığı teklif kabul edildi ve bu şekilde başarı serüveni başladı. Phil, Onitsuka Tiger’ın ABD distribütörü olmuştu. 1963’te 12 çiftten oluşan ilk sevkiyatı eline ulaştı.
Phil, gelen ilk partideki ayakkabıları arabasının arkasında, bulduğu tüm koşu parkurlarını gezerek pazarladı. Bu yöntem pek işe yaramayınca Oregon Üniversitesi’ndeyken antrenörü olan Bill Bowerman’a gitmeye karar verdi. Spor ayakkabıları kendisinden daha iyi tanıyan Bowerman’ın çevresi de daha genişti. Amerika’nın en tanınmış koçlarından biri olarak pek çok Olimpik sporcu yetiştirmişti. Bill, Phil’in elindeki Onitsuka ayakkabıları o kadar çok sevdi ki, onunla ortak olmaya karar verdi. 1964’te iki ortak yarı yarıya sermaye koyarak toplam 1000$’a Blue Ribbon Sports’u kurdular. Bill’in bağlantıları sayesinde ilk sevkiyatlarındaki tüm ayakkabılar üç ay içinde satıldı. İlk yıl BRS, 8000$ değerinde satış yaptı. Bu parayla şirkete satış temsilcileri almaya başladılar. Nike’a ismini veren Jeff Johnson, Blue Ribbon Sports’ta çalışmaya başlayan ilk kişiydi. 1965’te ortakların yıllık geliri 20.000$ olmuştu. Aynı sene Santa Monica’da ilk mağazalarını açtılar.
Phil işin idari kısmını yürütürken esas kahraman Bill’di. Amerika’ya koşu sporunu öğreten ve hatta bunun kitabını yazan kişi, spor ayakkabıların yenilikçi bir şekilde gelişmesini sağlayan baş aktördü. Her yeni sevkiyatta bir çift ayakkabıyı kesip nasıl yapıldığına bakıyordu. Daha fazla yastıklama mı gerekiyor, daha mı hafif olmalı gibi detayları not ediyordu. Bunları Japonya’ya gönderip ayakkabılarda değişiklik talep ediyordu. Bir nevi Onitsuka ayakkabılarını tasarlıyordu. Bill Bowerman’a ait tasarım Cortez, Blue Ribbon Sports’u deyim yerindeyse uçurdu. 1968’deki Meksika Olimpiyatları sayesinde ayakkabılar en çok satan ayakkabı statüsüne erişti. Takip eden yılda da aynı ilgi devam etti. Ancak talep, karşılayamayacakları kadar fazla hale gelmişti. Onitsuka kendi ülkesine öncelik veriyordu, sonra elinde kalanları Amerika’ya gönderiyordu. Phil ve Bill’in artık daha değişik bir adım atmaları gerekiyordu. Ellerinde gereken her şey vardı. Cortez, Boweman’ın dizaynıydı. Müşterileri hazırdı. Onitsuka ile anlaşmaları biter bitmez kendi ayakkabılarını üretmeye karar verdiler. Şanslarına anlaşma 1972’de, Münih Olimpiyatları başlamadan sona eriyordu. 1971’de kendi ayakkabıları için marka çalışmaları başladı. Phil’in aklında marka için “Dimension Six” ismi vardı. Çalışanlarından Geoff Holister’a göre bu isim Phil’in çok sevdiği pop grubu 5th Dimension’a göndermeydi. Daha pek çok öneri vardı. Başarılı Alman markası Puma’dan esinlenen hayvan türleri Peregrine ve Bengal, alternatif isimler arasındaydı. Neyse ki, firmanın ilk çalışanı Jeff Johnson’ın önerisi ile Yunan zafer tanrıçası Nike’ta karar kılındı.
Nike ismi tamamdı. İhtiyaçları olan diğer şey iyi bir logoydu. Phil yakınlarda bulunan Portland Eyalet Üniversitesi’ne gitti ve grafik tasarım öğrencisi Carolyn Davidson’a isteklerini aktardı. Davidson’ın hazırladığı alternatifleri ortağına gösterdi. Bill, seçeneklerin hiçbirini beğenmediğini, ancak swoosha belki sonradan ısınabileceğini belirtti. Davidson’a, bir gün tüm dünyada en fazla tanınan logolardan birine dönüşecek olan swoosh için 35$ (günümüzde 200$’a karşılık geliyor) ödediler. Ancak ilerleyen yıllarda Davidson’ın firmaya kattığı başarıyı ödüllendirmeyi unutmadılar. 1983’te, Carolyn Davidson onuruna düzenledikleri sürpriz bir gecede kendisine hem Nike hissesi hem de swooshlu bir altın yüzük hediye ettiler. Hisselerin günümüzde yaklaşık 1 milyon dolar değerinde olduğuna ilişkin spekülasyonlar var. Aynı zamanda Davidson’ın orijinal hisseleri hiçbir zaman satmadığı bilgisi de mevcut.
Markalaşma süreci tamamlandıktan sonra Nike Münih Olimpiyatları için hazırdı. Phil bu kez kendilerini özel bir anlaşmayla tek bir yere bağlamadan, farklı Japon taşeronlarla anlaştı. Üretim kendi kontrolünde olunca nihayet Nike’ın yükselişi de başladı. Taşeronlarla çalışmaya başlayınca satışlar milyon dolar seviyelerine ulaştı.
İlk Nike spor ayakkabıların modeli Cortez’di. Boweman bir sabah kahvaltıda koşu ayakkabılarının tutuş özelliklerini nasıl arttırabileceğini düşünürken evdeki waffle makinesinin olukları dikkatini çekti. Ayakkabı tabanında olukların nasıl olacağını merak etmişti. Deneme olarak erimiş üretanı waffle makinesine öylece döktü ve tabii ki deneyi başarısızlıkla sonuçlandı. Ancak sonuç çok da önemli değildi. Nike’ın ünlü oluklu tabanlı ikonik dizaynı adını bu makineden aldı. Tabanın tekniği de bu şekilde ortaya çıktı. 1972 model Nike Waffle Racing Flat “Moon Shoe”’nun son çifti, Sothebys’de 437.500$ bedelle satıldı. “Moon Shoe”, en çok para ödenen sneaker olarak rekor kırdı.
Bugün swooshla birlikte tişörtlerde, taytlarda, sporcu sütyenlerinde, sweatshirtlerde, aksesuarlarda ve daha birçok Nike ürününde gördüğümüz slogan “Just Do It”, 1988’de doğdu. Bir tanıtım kampanyası için yaratılan slogan, Wieden+Kennedy isimli ajansın imzasını taşıyor. İnsanları spor yapmaya, ya da Nike ürünlerini satın almaya teşvik ediyormuş gibi duran sloganın kökeniyle ilgili iddia oldukça enteresan. Ünlü “Just Do It” önermesinin, idama mahkum edilen katil Gary Gilmore’un ölmeden önce söylediği son cümle olan “Let’s do it” ifadesinden doğduğu düşünülüyor.
Nike, parlak bir fikrin iki zeki ve yetenekli kişinin ellerinde şekillenmesi sonucunda günümüzde olduğu yere geldi. Bowerman işin teknik kısımlarını çözüp yenilikçi detaylara yer açarken, Knight ise finansal bölümleri başarıyla yürüttü. İkilinin en önemli özelliği her zaman ürünlerini geliştirmek için çaba sarf etmeleriydi. İyi bir performans ayakkabısı, onu giyen atletin de performansını yükseltecekti. Bununla birlikte keşfettikleri diğer şey ise, sattıkları ürünü başarılı ve sevilen bir sporcunun adıyla pazarlamanın tüketici açısından çok cazip bulunmasıydı. İmza koleksiyonlarının yanı sıra pek çok ünlü sporcuyla sponsorluk anlaşmaları yapıldı. Chicago Bulls’un efsanevi oyuncusu Michael Jordan ile başlayan imza koleksiyonları çok tuttu. Nike dünyasında kendi ayakkabı koleksiyonuna sahip oyuncular arasında Paul George, LeBron James, Kobe Bryant gibi isimleri görmek mümkün. Ayrıca sponsorluk anlaşmalarında Christiano Ronaldo, Tiger Woods, Rafael Nadal gibi dev isimler mevcut.
Nike her zaman kendisini geniş kitlelere ulaştırabilen isimleri seçmeyi başarıyor. Son kampanyasında yer alan isim bir sporcu değil, yeni neslin hayran olduğu ünlü rapçi Travis Scott. Tüm imzalı koleksiyonları büyük ilgi toplayan yıldız, Nike’ın yenilikçi bakış açısıyla mükemmel bir uyum içinde.
Çizgisinden şaşmadan ve hep kendini geliştirerek yoluna devam eden dev spor giyim markası, “dünyanın en büyüğü” sıfatını bırakacak gibi görünmüyor. Şimdilerde tüm gezegenin alarm verdiği konu olan küresel ısınma sorunu karşısında attığı “Move to Zero” adımıyla da övgüleri topluyor.
Kaynaklar: https://www.thestreet.com/lifestyle/history-of-nike-15057083 https://sneakernews.com/2017/01/10/complete-guide-to-nike-basketball-signature-athletes/ https://www.companieshistory.com/nike/ https://www.forbes.com/sites/kurtbadenhausen/2020/05/03/michael-jordans-1-billion-nike-endorsement-is-the-biggest-bargain-in-sports/?sh=290848966136 https://www.forbes.com/profile/phil-knight/?list=rtb&sh=380f18751dcb https://interestingengineering.com/the-extraordinary-history-of-nike https://didyouknowfashion.com/the-history-of-nike/ https://en.wikipedia.org/wiki/Phil_Knight https://en.wikipedia.org/wiki/Phil_Knight#cite_note-3 https://www.creativereview.co.uk/just-do-it-slogan/ https://en.wikipedia.org/wiki/Nike,_Inc.#Acquisitions https://www.espn.com/blog/truehoop/post/_/id/886/michael-jordan-circa-1984-i-ve-never-worn-nike-i-ll-probably-sign-with-adidas https://www.sothebys.com/en/articles/new-world-auction-record-for-a-pair-of-sneakers-set-by-1972-nike-waffle-racing-flat